

Yerel Tohum; atalık, evladiyelik yada miras tohumlar olarak adlandırılmaktadır. Her sene aynı bitki ve meyveyi veren satandart tohumlardır. Normal şartlar altında İki farklı türün doğada rastgele tozlaşarak çoğalması sonucu devamlılıklarını sağlarlar. Çiftci en kaliteli, gösterişli ve dolgun ürünü gelecek yıl ekmek için tohum olarak ayırır. Bu aynı zamanda üretici ıslahıdır. Yerel tohumlar bir ülkenin hazinesi niteliğinde stratejik varlıklardır. Bölgedeki hastalık ve zararlılara karşı belirli bir direnç geliştirmişlerdir. Kendi coğrafyası dışında ekildiklerinde bu özelliklerini devam ettiremeyebilirler. Araştırmalar, bu tohumlardan elde edilen ürünlerin besin içeriklerinin endüstriyel tohumlardan daha fozla olduğu bilimsel çalışmalar ile sabittir.
Çok şanslı bir çoğrafyada yaşıyoruz. Ülkemiz 3 bini endemik olmak üzere toplam 13 bin bitki çeşidine sahip olan adeta bir gen bankası konumundadır. Biyoçeşitliliği koruma ve geliştirme ve kayıt altına alma işi öncelikle kamunun sorumluluğunda olmalıdır.
Yerel tohum çeşitlerimiz Anadolu’nun halk türküleri gibi anonim olmalı özel mülkiyete konu edilmemesi gerekir. Tohumların özel mülkiyete alınması durumunda ise tohumun korunması değil yok olması demektir. Çin’de 1900 yılların başında 10 bin çeşit buğday varken 1970 yılında 1.000 adet çeşit ile üretime devam edilmektedir.
Birleşmiş Milletler Gıda Örgütü FAO: “Son yüzyılda biyolojik çeşitliliğin %75’i kaybolmuştur.” Gıdalarımız 1900 yılında 1300 farklı tohumdan üretilirken, bugün ise gıdalarımızın %90’ı sadece 30 tohumdan üretilmektedir.
Yerli tohum; yerli tohum firmaları aynı bitki türünün farklı ailelerden gelen ana ve baba bitkileri labaratuvar ortamında tozlayarak elde edilen tohumlardır. Bu tohumlara hibrit tohumlar deniliyor. Tohum firmaları bu çaprazlamaları özel ortamlarda gerçekleştirir. Kısaca tozlaşmayı arı değil insan eliyle gerçekleştiriliyor. üreticinin talebine göre çaprazlama yaparak tohum üretiyoruz. Doğal tohumdan hiç bir farkkı yok. Aslında bizlerde bizler hibrit'iz.
Hibrit tohum; aynı türe ait bitkinin genetik bakım bakımdan kendisiyle yakın akraba olmayan bir başka bitki ile tozlamşasıyla yani melezlen elde edilir.Elde edilen sebze tohumları, hastalık ve zararlılara, sıcağa ya da soğuğa karşı dayanıklılığı, raf ömrünün uzunluğu ve yüksek verim sağlaması gibi nedenlerle üretimde tercih edilirken, eskiden beri yetiştirilen yerel çeşitler piyasadan çekiliyor, hatta bunlar gen bankaları tarafından muhafaza edilmedikçe yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor.
GDO “Genediği Değiştirilmiş Organizma“; Bilimadamları 25 yıl önce genleri DNA'dan ayırdı. Daha sonra bu DNA’ları başka bir canlıya yerleştirebileceklerini keşfettiler. Bir canlıdaki genetik özellikler kopyalanarak, bu özellikleri taşımayan bir canlıya aktarılması sonucunda üretilen yeni canlıya Genetiği Değiştirilmiş Organizma (GDO) ismi verilmiştir. İşte insan oğlunun hayat döngüsü tam bu noktada değişmeye başladı.
GDO bir canlının genetik özelliklerinin labaratuar ortamında değişritilmesiyle elde edilir. Türkiye’de GDO’lu besin üretimi yasak olduğundan, ülkemizde yerli üreticiler GDO’lu gıda üretilmemektedir. Ancak yurt dışından aldığımız gıda maddeleri ile gelmektedir.
Her ne kadar GDO gıdaların insanlar üzerindeki etkileri henüz tam manasıyla bilinmese de hayvanlar üzerindeki olumsuz etkileri tespit edilmiştir. GDO'lu tohumlar, antibiyotiklere karşı direnç, ağır alerji, uzun süreli hayvan deneylerinde organ hasarı, organlarda küçülme, kan biyokimyasında bozulma, kısırlık, ölü doğum oranında ciddi artış, ekosistem bozuklukları, sinir sistemi bozuklukları gibi olumsuzluklara yol açtığını ortaya koyulmuştur.
GDO’lu tohumlar rüzgar ile doğal türlere karışarak biyolojik çeşitliliğe zarar vermektedir. Bitkideki zehir kökleriyle toprağa geçmektedir bu da çevre sorunlarına yol açmaktadır. Dolayısıyla şu ana kadar yapılan araştırmalardan anlaşıldığı üzere, GDO kullanımı hem doğa hem de canlılar üzerinde kalıcı hasarlar bırakmaktadır.
Görüldüğü üzere hibrit tohumların üretim şekilleri ile GDO’lu tohumlarım üretim şekilleri bir birinden farklılıklar göstermektedir.
Yapılan Araştırmalarda hibrit ve GDO’lu çeşitlerin yerli çeşitlere göre özellikle mikrobesin elementleri açısından çok zayıf olduğu görülmektedir. Müşterilerin talepleri doğrultusunda tohum firmaları verim ve şekil özelliğine önem ağırlık vermektedirler. Oysa hayatın devamlılığı için olmazsa olmaz olan mikrobesin elementlerini tükettiğimiz gıdalardan alamadığımızdan dolayı, karnı tok ama aç insanlar olarak yaşamımızı sürdürmektedeyiz. 2000 yılında 100 çiftten yaklaşık 5’inin ,2012 yılında ise 35’e yakının çiftin çocuk için tedaviye ihtiyaç duyduğu kayıtlar ile sabittir. Bu bağlamda insanoğlunun bağışıklık sistemi ve üremesi üzerine etkileri bilim adamları tarafından ayrıntılı bir şekilde çalışılmalıdır. Genetiği Değiştirilmiş Organizmaların daha anne karnındaki cenin‘de yapısal bozuklukluğa yol açtığı uzmanlar tarafından ifade edilmektedir.
Günümüzde bitkilerin ve hayvanların döllenme sorunu, kuraklık, sel ve mevsim kayması şeklinde kendini hissettirmeye başlayan iklim değişikliği çerçevesinde; biyolojik çeşitliliğin ve yerel çeşitlerin öneminin giderek daha da artmaktadır.Gıda egemenliğini hedefleyen bir tarım politikası için biyolojik çeşitliliğin ve bağlantılı olarak yerel çeşitlerin koruyucusu ve geliştiricisi küçük çiftçilerin, özellikle de genç çiftçilerin sözde değil özde desteklenmesi, mevzuatlarda çiftçinin geliştirdiği çeşitlerin üretim ve satışını kısıtlayan değil kolaylaştırıcı hükümlerin yer alması, biyolojik çeşitliliğin zenginleşmesine gönül vermiş sivil toplum örgütlerinin desteklenmesi gelecek nesillerin refahı açısından önem arz etmektedir.Özetle mevzuatlar kısıtlayıcı değil,kolaylaştırıcı olmalıdır.
Bugün dünyada tarımda kullanılan girdilerin en önemlilerinden biri olan tohum pazarının yüzde 65’inin ve aynı şekilde tarım kimyasalları pazarının yüzde 85‘i sadece dört ulusötesi şirketin elinde. Görüldüğü üzere tarımsal girdilerin pazarından ürünlerin ticaretine ve pazarlanmasına kadar dünyada sadece birkaç ulusötesi şirketin egemenliği vardır. Diğer bir deyişle dünyadaki doğal varlıklar ulusötesi şirketlerin egemenliği altındadır. Bu nedenle güvenlği, sağlıklı gıdaya erişim, biyolojik çeşitlilik açısından hızlı bir bozulma söz konusudur.
Birleşmiş Milletler Köylü Hakları ve Köyde Yaşayan Diğer İnsanların Hakları Bildirgesi’nin 20. Maddesi şu düzenlemeleri içeriyor;” Köylüler ve kırsalda çalışan diğer insanların, bireysel veya toplu olarak, tarım, balıkçılık ve hayvancılık alanlarındaki biyolojik çeşitliliği ve bununla ilişkili bilgiyi koruma, devam ettirme ve sürdürülebilir şekilde kullanma ve geliştirme hakkı vardır. Aynı zamanda, geçimlerinin ve tarımsal biyoçeşitliliğin yenilenmesinin temelini oluşturan geleneksel tarım, kırsal hayat ve agroekolojik sistemleri sürdürme hakkı vardır.” denilmektedir.
Oysa Tarım ve Orman Bakanlığı, yerel tohum üretimindeki yeni düzenlemeyi 19 Ekim 2018’de duyurdu. “Yerel Çeşitlerin Kayıt Altına Alınması, Üretilmesi ve Pazarlanmasına Dair Yönetmelik”, Resmi Gazete’de yayınlandı ve yürürlüğe girdi. Bu düzenleme ile birlikte düzenleme kapsamındaki hizmetler ile sertifikasyon belgelerinin ücrete tabi olduğundan gerek çiftçilerin gerekse gönüllülük temelinde çalışan sivil toplum örgütlerinin bu yönetmelik hükümleri çerçevesinde yerel çeşitlerin devamlılığını sağlayabilmeleri mümkün değildir. Binlerce yıldır üretim yapan küçük çiftçilerin hayat sigortası niteliğindeki atalık tohumlara sertifika zorunlluluğu getirilmesi kırsaldaki tarımal üretime ve geleceğimize büyük darbe vuracağı kesindir.
Eğer toprağa tohum ekmezseniz, istediğiniz kadar gübre saçın, ilaç atın hiç ama hiç ürün elde edemezsiniz. Ama tohum ekerseniz gübre saçmasanız da, ilaç atmasanız da çok fazla olmasa da mutlaka ürün elde edebilirsiniz. İşte bu bağlamda tohuma sahip olanın; gıdaya, gıdaya sahip olanın ise dünyay yöneteceğini unutmayalım.
Bir karar vermeliyiz; sağlıklı gıda mı, çok gıda mı?
Saygıyla duyurulur.
Cemil PEHLEVAN
ZMO Yönetim Kurulu Adına
Haber Yorumları































